
Depremler kaçınılmaz bir şekilde doğanın işleyişinin bir parçası olarak çeşitli dönemlerde meydana gelmiştir hep. Tarih, 10 Eylül 1509’u 11 Eylül’e bağlayan geceyi gösteriyordu. İstanbul, o gece Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmanın ihtişamıyla yaşıyordu ancak gece yarısından kısa bir süre sonra, saatler 22:00 sularını gösterdiğinde, şehir tarihinin kaydettiği en yıkıcı depremlerden birine uyandı. Halkın “Küçük Kıyamet” (Kıyamet-i Suğra) adını vereceği bu felaket, sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda derin sosyal, ekonomik ve siyasi izler bırakan bir trajedi olarak hafızalara kazınacaktı.
Depremin Jeolojik Anatomisi ve Etkileri
1509 depremi, tektonik olarak son derece aktif bir bölge olan Kuzey Anadolu Fay Hattı’nın (KAF) Marmara Denizi içindeki bir segmentinde meydana geldi. Modern sismolojik araştırmalar, depremin büyüklüğünün 7.2 ila 7.4 arasında olduğunu ve merkez üssünün Marmara Denizi’nin doğusu, İstanbul açıkları olarak tahmin etmektedir. Fayın “kıyıya yakın” bir noktada kırılması, enerjinin çok verimli bir şekilde şehrin altındaki zayıf alüvyal zeminlere iletilmesine ve yıkımın katlanarak artmasına neden oldu.
Deprem, 45 gün boyunca devam eden ve halkın moralini tamamen bozan şiddetli artçı sarsıntılarla karakterize oldu. Bu artçılar o kadar güçlüydü ki, ana depremde ayakta kalan bazı yapılar bu sarsıntılar sırasında yıkıldı. Olayın çağdaş tanığı tarihçi Hadîdî, eserinde bu korku dolu günleri “Köpürdü deniz, karalar titredi, yıkıldı her diyar” dizeleriyle anlatır.
Şehrin Gördüğü Zarar Adeta Bir Başkentin Yıkımını Belgeliyordu
Depremin yol açtığı yıkım neredeyse eşsizdi. Dönemin padişahı II. Bayezid dahi, korkudan bir süreliğine şehri terk etmek zorunda kalmış, Edirne’ye gitmişti. Saray-ı Amire (Topkapı Sarayı) ciddi şekilde hasar gördü; surların önemli bir kısmı yıkıldı veya ağır hasar aldı.
En büyük kayıp, şehrin siluetini oluşturan anıtsal yapılarda yaşandı. Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nin kubbesinde çatlaklar oluştu, minarelerinden biri yıkıldı. Fatih Camii büyük ölçüde hasar gördü. Kapalıçarşı neredeyse tamamen çöktü. Binlerce konut, hamam, medrese ve han yerle bir oldu. Özellikle deniz kenarındaki yerleşimlerde zemin sıvılaşması (liquefaction) nedeniyle yapılar toprağa gömüldü.
Resmi kayıtlara göre 4.000 ila 5.000 arasında insan hayatını kaybetti, 10.000’den fazla kişi yaralandı. Ancak gayriresmî kaynaklar ve modern tarihçiler, gerçek ölü sayısının çok daha yüksek, belki de 13.000 civarında olabileceğini öne sürmektedir. Bu, o dönemin nüfusuna oranlandığında inanılmaz bir yıkım anlamına geliyordu.
Sosyal ve Ekonomik Sonuçların Kıskacında İstanbul
Deprem, İstanbul’un sosyal dokusunu derinden sarstı. Evsiz kalan on binlerce insan, açık arazilerde çadır kentlerde yaşamak zorunda kaldı. Korku ve belirsizlik ortamı, şehirdeki farklı etnik ve dini gruplar arasında çeşitli söylentilerin yayılmasına neden oldu. Bazı Hristiyan kaynaklar bunun bir “ilahi gazap”, Müslüman alimler ise bir “ilahi ikaz” olduğunu yazdılar.
Ekonomi durma noktasına geldi. İmparatorluğun ticaret ve üretim merkezi olan Kapalıçarşı’nın yıkılması, ticari hayatı felç etti. Liman tesislerinin hasar görmesi, deniz ticaretini aksattı. Devletin acil yardım ve imar çalışmaları için hazinesinden büyük harcamalar yapması gerekti.
II. Bayezid’in Liderliği ve Yeniden İnşa Süreci
II. Bayezid, deprem sonrasında sergilediği etkili liderlikle öne çıktı. Edirne’den döner dönmez, hemen olağanüstü bir seferberlik başlattı. Yeniden inşa için büyük bir kaynak ayrıldı ve imparatorluğun dört bir yanından 50.000’den fazla işçi ve ustanın İstanbul’a gönderilmesi emredildi. Bu, Osmanlı tarihindeki bilinen en büyük organize imar hareketlerinden biriydi.
İnşaatlarda hız ve kaliteyi sağlamak için sıkı denetimler getirildi. Özellikle dayanıklılığı artırmak amacıyla ahşap karkas sistemlerin daha fazla kullanıldığı yeni bir inşaat metodolojisi benimsendi. Bu deprem, Osmanlı mimarisinde bir dönüm noktası oldu ve gelecekteki yapıların deprem direnci daha fazla düşünülerek inşa edilmesine zemin hazırladı. Ayasofya ve Fatih Camii başta olmak üzere tüm hasarlı anıtsal yapılar büyük bir restorasyondan geçirildi. Şehir, nispeten kısa bir sürede yeniden ayağa kalkmayı başardı.
Tarihteki Yeri ve Modern Dünyaya Bıraktığı Genel Fotoğraf
1509 depremi, İstanbul’un bin yılı aşkın tarihinde kayda geçen yüzlerce depremden biri olmasına rağmen, hem yol açtığı yıkımın boyutu hem de tetiklediği sistematik yeniden yapılanma hamlesi nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Bu olay, şehrin jeolojik gerçeğini ve her an büyük bir deprem riskiyle karşı karşıya olduğunu acı bir şekilde hatırlatmıştır.
Günümüz İstanbul’u için 1509 depremi, çok önemli bir ders niteliği taşımaktadır. Modern bilim, benzer büyüklükte ve hatta daha büyük bir depremin Marmara Bölgesi’nde jeolojik olarak kaçınılmaz olduğunu öngörmektedir. 1509’daki nüfus, yapı stoku ve şehirleşme yoğunluğu ile 21. yüzyıldakiler kıyas dahi edilemez. Bu nedenle, “Küçük Kıyamet”, sadece tarihi bir vakadan ibaret değil, aynı zamanda geleceğe dair çok ciddi bir uyarıdır.
Nihai olarak, 1509 Büyük İstanbul Depremi, doğal afetler karşısında insanın ne kadar savunmasız olabildiğinin ancak aynı zamanda toplumsal irade ve organize bir devlet yapısıyla bu yıkımların nasıl aşılabileceğinin çarpıcı bir örneğidir. II. Bayezid’in liderliğindeki hızlı toparlanma, afet yönetimi ve kentsel dönüşüm açısından halen incelenmeye değer bir vakadır. Bu tarihi olay, İstanbul’un geleceği için alınması gereken tedbirlerin ne denli hayati olduğunu ve hafızalardan silinmemesi gereken bir jeolojik kaderle yaşadığımızı hatırlatmaktadır.