
Bazı depremler vardır ki, meydana geldiklerinde o bölge için, hatta o bölgenin bağlı bulunduğu devlet için büyük bir milat teşkil eder. Dolayısıyla, geçmiş dönemlere baktığımızda da yine bu tarz büyük deprem niteliğinde olabilecek bir kültürün, bir tarihin ve bir memleketin dokusunu yeniden şekillendirecek nitelikte depremlerin meydana geldiğine tanık olmaktayız. MS 29 Mayıs 526 tarihi, Antakya ve dünya tarihi için bir dönüm noktasıdır. O gün, tarihin kaydettiği en yıkıcı depremlerden biri, Roma İmparatorluğu’nun en görkemli şehirlerinden birini neredeyse tamamen yerle bir etti. Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkent Konstantinopolis’ten sonraki en büyük ve en önemli kenti olan Antakya, sadece fiziksel olarak değil, sosyal ve ekonomik olarak da derin bir yara aldı.
Depremin Anatomisi ve Yıkımın Boyutları
Deprem, gece saatlerinde, şehrin sakinlerinin evlerinde olduğu bir zamanda meydana geldi. Kaynaklar, depremin şiddetinin o kadar yüksek olduğunu, yerin üzerinde yürümenin dahi imkânsız hale geldiğini aktarır. Artçı sarsıntılar günlerce devam etti, ancak asıl felaket ertesi gün, yaklaşık 30 Mayıs’ı 31 Mayıs’a bağlayan gece yaşandı. İkinci bir deprem ve ardından çıkan yangın, ilk yıkımdan kurtulmayı başaran yapıları ve insanları da yok etti.
Yangın, depremin yol açtığı gaz kaçakları ve devrilen ocaklardan çıktı ve günlerce söndürülemedi. Antakya’nın dar sokakları ve birbirine yakın ahşap ağırlıklı yapıları, alevlerin hızla yayılması için ideal bir ortam oluşturdu. Bu çifte felaket – sarsıntı ve ateş – kenti harabeye çevirdi.
İnsan Kaybı ve Sosyal Yıkım
Tarihçi Prokopius ve diğer dönem kroniklerine göre, depremde hayatını kaybedenlerin sayısı 250.000 ile 300.000 arasında tahmin edilmektedir. Bu rakam, o dönem için neredeyse şehrin tamamına tekabül ediyordu ve inanılmaz bir trajedinin boyutlarını gözler önüne seriyordu. Ölümlerin bu denli yüksek olmasının nedeni, depremin yoğun nüfuslu bir bölgede, gece vakti ve yıkıcı bir şiddette olmasıydı.
Ölenler arasında dönemin Bizans Doğu Ordusu’nun başkomutanı (Magister Militum per Orientem) Patricius da vardı. Bu kayıp, imparatorluk için yalnızca insani bir trajedi değil, aynı zamanda askeri ve idari bir kriz anlamına geliyordu. Hayatta kalanlar ise evsiz, aç ve sefil bir durumda yardım bekliyordu.
İmparatorluk Tepkisi ve Yeniden İnşa
Dönemin Bizans İmparatoru I. Justinianus, felaket haberini aldığında derhal harekete geçti. İmparatorluk hazinesinden büyük bir kaynak ayırarak acil yardım ve yeniden yapılanma çalışmalarını başlattı. Konstantinopolis’ten tahıl ve tıbbi malzeme gemilerle gönderildi. Justinianus, yalnızca şehrin fiziksel olarak yeniden inşa edilmesini değil, aynı zamanda onun eski ihtişamına kavuşmasını da istiyordu.
Yeniden yapılanma sürecinde, şehrin planı büyük ölçüde korunsa da, daha geniş caddeler ve daha dayanıklı malzemeler kullanılarak depreme daha dirençli bir kent inşa edilmeye çalışıldı. Ancak Antakya bir daha asla deprem öncesindeki nüfusuna, ekonomik gücüne ve siyasi önemine tam olarak kavuşamadı. MS 528’de bir başka büyük deprem, toparlanma çabalarını daha da sekteye uğrattı.
Tarihsel Önemi ve Neticeleri
MS 526 Antakya Depremi, yalnızca bir doğal afet değil, aynı zamanda bir medeniyetin dayanıklılığının da sınavıydı. Bu deprem, Akdeniz dünyasının jeolojik olarak ne kadar aktif ve kırılgan olduğunun çarpıcı bir kanıtıdır. Antakya, bu felaketten sonra bile önemli bir Hıristiyanlık merkezi olmayı sürdürdü, ancak siyasi ağırlığı giderek azaldı.
Nihai anlamda, M.S. 526 yılında Antakya’da meydana gelen söz konusu deprem, Antakya’nın hikayesini yeniden yazdı. Antakya, bu tarihten sonra artık eski Antakya değil, yeni bir öyküyle yoluna devam edecekti. Çünkü MS 526 depremi, Antakya’nın altın çağının sonunu işaret etti. Kent, daha sonraki yüzyıllarda da depremlerle sarsılmaya devam etti, ancak hiçbiri MS 526’daki kadar yıkıcı olmadı. Bu olay, insanlığın doğa karşısındaki savunmasızlığının ve büyük felaketler karşısında yeniden ayağa kalkma iradesinin evrensel ve zamansız bir hikâyesidir. Antakya’nın hikâyesi, binlerce yıldır süren bir direniş ve yeniden doğuş destanı olarak tarihteki yerini korumaktadır.