Kategoriler
Avrupa Depremleri

11 Ocak 1693  Sicilya Depremi ve Mimari Devrim

1693 yılında Sicilya’da meydana gelen 7.5 büyüklüğündeki deprem şehri baştan başa yeniden vücuda getirdi. Şehir bu tarihten sonra çok büyük köklü değişimlere gitti. Dolayısıyla tarih 11 Ocak 1693’ü gösterdiğinde, Akdeniz’in incisi Sicilya, jeolojik tarihinin en karanlık ve yıkıcı günlerinden birine uyandı. O gün, adanın güneydoğusunu ve özellikle de Val di Noto bölgesini merkez üssü olarak alan devasa bir deprem, yalnızca binaları ve canları değil, aynı zamanda bir çağın ruhunu da yerle bir etti. 1693 Sicilya Depremi, yalnızca sismik bir olay değil, aynı zamanda bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel dokusunu yeniden şekillendiren bir milattı.

Yıkımın Anatomisi ve Büyüklüğü

Deprem, tahmini 7.4 ila 7.5 büyüklüğüyle, Avrupa ve Akdeniz tarihindeki en şiddetli depremlerden biri olarak kayıtlara geçti. Artçı sarsıntılar haftalarca sürdü, ancak asıl yıkım 11 Ocak’taki ana şokta yaşandı. Yer bilimciler, depremin kaynağının, Afrika ve Avrasya levhaları arasındaki karmaşık tektonik etkileşimin bir sonucu olan Sicilya’nın doğu kıyısı açıklarında yer alan bir fay hattı olduğunu belirtmektedir.

Deprem, tüm güneydoğu Sicilya’da hissedildi, ancak en büyük zarar Catania, Syracuse, Ragusa ve Noto gibi şehirlerde meydana geldi. Catania neredeyse tamamen haritadan silindi; katedral de dahil olmak üzere şehrin binalarının neredeyse %90’ı yıkıldı ve yaklaşık 12.000 kişi, yani kentin üçte ikisi hayatını kaybetti. Ragusa’da nüfusun yarısından fazlası enkaz altında can verdi. Toplamda, 70’ten fazla kasaba ve köy etkilendi ve tahmini ölü sayısı 60.000 ile hatta bazı kaynaklara göre 100.000’e kadar ulaştı. Depremin hemen ardından gelen dev bir tsunami, Catania ve Augusta kıyılarını vurarak yıkımı ve can kaybını daha da artırdı.

Sosyal ve Kültürel Miras Bakımından Barok’un Yeniden Doğuşunun Analizi

Ancak 1693 depremi, yalnızca bir yok oluş hikayesi değil, aynı zamanda muhteşem bir yeniden doğuşun da başlangıcı oldu. Yaşanan büyük yıkım, bölge için benzeri görülmemiş bir imar ve yeniden inşa fırsatı yarattı. İspanyol Krallığı’nın desteği ve yerel aristokrasinin vizyonuyla, “Val di Noto’nun Geç Barok Şehirleri” olarak anılacak olan bir dizi başyapıtın inşasına başlandı.

Depremden en çok etkilenen şehirler, eski Orta Çağ dokusunu terk ederek, daha geniş caddeler, daha büyük meydanlar ve depreme daha dayanıklı olacak şekilde tasarlanmış yeni bir mimari anlayışla inşa edildi. Noto, Ragusa, Modica, Catania ve diğerleri, İtalyan Barok mimarisinin en güzel ve en yaratıcı örnekleriyle donatıldı. Yerel kireçtaşı ile inşa edilen ve bölgenin güneşli iklimine uyum sağlayan bu altın renkli binalar, heykeller, balkonlar ve kavisli cephelerle süslendi. Bu dönemde Rosario Gagliardi, Vincenzo Sinatra ve özellikle de Catania’nın baş mimarı Giovanni Battista Vaccarini gibi isimler öne çıktı.

Mimari Dönüşüm

Bu deprem olağanüstü mimari ve kentsel dönüşüm meydana getirmiştir ve bu dönüşümün bir vesikası olarak  2002 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak tescillenmiştir. UNESCO, bu şehirleri “Avrupa Barok sanatının son çiçeklenmesinin hem zirvesi hem de son büyük tezahürü” olarak nitelendirmiştir. 11 Ocak 1693 depremi, Sicilya’nın kolektif hafızasına kazınmış derin bir yara izidir. Doğanın muazzam ve acımasız gücünün bir hatırlatıcısı olarak duran bu felaket, aynı zamanda insan ruhunun dayanıklılığının, yaratıcılığının ve en karanlık anlardan bile güzellik yaratma iradesinin de bir kanıtıdır. Val di Noto’nun altın renkli Barok şehirleri, bir trajediden doğan bir sanat ve mimarlık mirası olarak, sarsıntıların bile sonsuz bir güzelliğe dönüşebileceğini gösteren sessiz bir anıt gibi yükselmektedir. Nihai anlamda, meydana gelen deprem özellikle mimari alanında çok büyük kentsel atılımları beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda verilecek en önemli örneklerden bir tanesi, barok sanatına dayalı şehirlerin inşasıyla yepyeni bir mimarinin gözler önüne serilmesi oldu.